WILHELM RICHARD WAGNER (1813 -1883)


Büyük bestecileri hayallerinde, Tanrı misali, saf, dış alemle fazla ilgilenmiyen insanlar diye canlandıranlar, Richard Wagner'in hayatını öğrendikleri zaman, büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar... Wagner, güzel eserler yaratmış kötü huylu bir insandır. Daha küçük yaştayken kendine beslediği aşırı güvene dayanarak, etrafındakileri hiçe saymaya başlamış, herkesi kendine köle yapmak istemişti.

Müzik ve şiire gerçekten büyük istidadı vardı. On üç yaşındayken Odise'yi tercüme etmişti. Shakespeare'in eserlerinin Almanca tercümelerini okumuş, Weber'in "Der Freischütz" operasını ezbere öğrenmişti. Yedi kardeşin en küçüğü olduğu halde, hepsinin büyüğüymüş gibi, onlara emrediyordu. Annesiyle üvey babası, ilk zamanlarda küçük diktatörün bu hareketlerine pek aldırmadılarsa da, üvey babanın ölümünden sonra çocuğun durumu tehlikeli bir hal almaya başladığından, bütün aile telâşa düştü. Daha yirmi yaşına bile gelmediği halde Leipzig'in meşhur kumarbazlariyle arkadaşlığa başlamıştı. Hiç durmadan kumar oynuyor, sık sık parasız kaldığından, tanıdığı herkesi kendisine borç vermeye zorluyordu.

Wagner, bestelediği melodilerle bir gün bütün dünyada meşhur olacağına inanıyordu. "Bir Alman operası yazacağım" diyordu, "derken bir tane daha yazacağım, bunları daha başkaları takib edecek." Sonra İtalya'ya gitmeyi tasarlıyordu. Tabiî orada da İtalyan operaları yazacaktı. İtalya'dan Fransa'ya geçecek, burada da Fransız operaları yazacaktı. Böylece dünyanın çeşitli ülkelerini dolaşıp her memleketin iklimine, insanlarına göre operalar bestelemeyi düşünüyordu. Fakat, elbette ki yaşamak için paraya ihtiyacı vardı, onu tanıyanlar, dehasının hatırı için Wagner'e hiç durmadan para vermeli, rahatını temin etmeliydiler.

Yirmi yaşında, üvey babasının akrabalarının yardımiyle Wilrzburg'ta küçük bir tiyatronun koro şefi oldu. Burada (1833) ilk operası olan Periler'i yazdı. Bu eser, onun ilk gençlik heyecanlarını dile getiren canlı, ateşli bir besteydi. İkinci operası da bir aşk hikayesiydi. Bu eseri bestelediği sırada, Minna Planer isminde bir artiste âşık olup, 24 kasım 1836'da da onunla evlendi. Genç kız, düğün günü sevgilisine kavuşmanın verdiği sevinç içinde oradan oraya koşarken, mesut bir hayata veda etmek üzere olduğunun farkında değildi.

Evliliklerinin ilk yılları bitmek tükenmek bilmiyen kavgalarla geçmiş, Minna, bedbahtlığının derecesini, Wagner ise, istikbalinin parlaklığını anlamıştı. "Rienzi", "Uçan Hollandalı", "Tannhauser'', "Lohengrin" operalarının onu kısa zamanda şöhrete ulaştıracağını sanıyordu. Halbuki halk, bu egzotik, fırtınalı melodilere bir türlü kulağını alıştıramıyor, bestecisine de deli gözüyle bakıyordu. Bu yepyeni müzik dili, eski kulaklara hoş gelmemişti. Wagner'in sunduğu güzellik, hor görülmüştü... Fakat Wagner, yılmadan diyar diyar dolaşıp kendini tanıtmaya uğraştı. Karısı, şikâyete başladığı zaman da zavallı kadını şu sözlerle susturuyordu: "Senin çektiğin ıstırap, bir gün mutlaka benim şöhretimle mükâfatlandırılacak."

İşte Wagner hayatını bu tez üzerinde kurmuştu, "Sizin ıstırabınız... benim şöhretim." Bırakın başkaları sıkıntı içinde kıvransın, dünyanın en büyük bestecisi zafer tacını giydiği zaman başka hiçbir şeyin önemi kalmıyacaktır... Wagner, karısını şundan bundan yardım dilenmeye zorluyor, zavallı kadın da hiç alışkın olmadığı bu işi büyük bir ıstırap içinde yapmaya çalışıyordu. Buna karşılık da kocasından sevgi göreceği yerde, pek kaba bir muamele görüyordu. Wagner karısından memnun değildi. Minna'nın kendisine manevi bakımdan yardımcı olmadığını ileri sürüyordu. Belki de bunda haklıydı, çünkü hiç kimse onun ateşli, ihtiras saçan melodilerine ilham verecek kadar kudretli olamazdı. Wagner, karısında bulamadığı vasıfları başka kadınlarda aramaktan hiç çekinmiyor, üstelik maceralarını Minna'ya da bütün teferruatiyle anlatıyordu.

"Lohengrin" operasını bitirdikten sonra, bir aralık kendini siyasete kaptırdı, bir isyan hareketini hazırlayanlar arasına karıştığından tevkif edilmesi kararlaştı. İsviçre'ye kaçtı. On iki yıl devam eden sürgün hayatı esnasında kendisi bir taraftan yeni eserler bestelerken, bir taraftan da önceleri yazmış olduğu eserler muhtelif şehirlerde oynanmaya başlamıştı. 1850'de Liszt, "Lohengrin" operasını Weimar'da dostlarına dinletti. Schumann'la Mendelssohn "Tannhauser"i görmüşlerdi. Schumann, bu eserin Alman opera sanatını bir yeniliğe doğru götürdüğüne hükmetmiş, fakat Mendelssohn, esere hiç kıymet vermemişti. Daha önce bir Paris seyahatinden ilham alarak hazırladığı "Uçan Hollandalı" operası da halk tarafından beğenilmemişti. Fakat her nasılsa "Rienzi" operası biraz hoşa gitmiş, Wagner de kısa bir zaman için aranan, sevilen bir sanatçı olmuştu. Fakat şimdi artık bütün bunlar unutulmuştu. Sürgündeki besteciyi kimse hatırlamak istemiyordu. Wagner ise her şeyi bir kenara bırakmış, harıl harıl yeni eserler hazırlıyordu. "Die Meistersinger" ve "Siegfried'in Ölümü" isimli eserlerin tamamlanmasiyle bir hayli uğraştı. Zürich'teyken dosttan fazla düşman kazandı, yazdığı şiddetli tenkidler asıl mesleğinde şöhret kazanmasına büyük bir engel teşkil ediyordu. Liszt'ten başka hiçbir besteci Wagner'i korumak cesaretini kendinde bulamıyor, daima düşmanlarının oyunlarına kurban gidiyordu. 1863'e kadar daha çok yazı yazmakla vakit geçirdi. Schopenhauer'in karanlık felsefesinin müthiş etkisi altındaydı. 1855'de Londra Filarmoni Orkestrasını idare etti. Bundan sonra da 1859'a kadar "Tristan ve Isolde" isimli eseriyle uğraştı. "Tannhauser"in çalınışında hazır bulunmak için Paris'e gitti, fakat yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Wagner'in dostlarının sayısı pek azdı. Hemen herkes, operanın tam manasiyle berbat olduğu kanaatine vardı.

Etrafındakilerin düşmanca hareketleri Wagner'in sürgün hayatı bittikten sonra da devam etti. "Die Meistersinger" Mannheim'de alaka görmüştü. Besteci, iki yıl süreyle, Rusya'nın ve Avrupa'nın birçok şehirlerini gezerek oralarda orkestra şefliği ile vakit geçirdi. Nihayet 1864'de Stuttgart'a geldi. Henüz tahta çıkmış olan on dokuz yaşındaki Bavyera Kralı II. Ludwig, Wagner'i Münich'e davet etti, "Tristan ve Isolde'' ile başlamış olduğu Ring'i bitirmesini istedi. Fakat Wagner rahat durmaya alışmamıştı ki... Kısa bir zaman sonra gene kaçmak zorunda kaldı. Şimdi bütün Münih halkı ona düşman kesilmişti. Gene de büsbütün yalnız kalmış sayılmazdı, zira Hans von Bülow'la evli bulunan Liszt'in kızı Cosima, ona bütün kalbiyle bağlanmıştı... Zavallı von Bülow, maruz kaldığı felaket karşısında bile kibarca davranmaktan vazgeçmedi. îki sevgili Lucerne'e kaçtılar. Cosima, hâlâ Bülow'la evli olduğu halde Wagner'i iki çocuk babası etmişti. Yıllarca nikâhsız yaşadılar. 1870'te Minna'nın ölümü, Cosima'nın Bülow'dan ayrılması üzerine evlendikleri vakit Wagner elli yedi, Cosima ise otuz üç yaşındaydı. Aralarındaki yaş farkına, Wagner'in anlaşılması imkânsız bir adam olmasına rağmen, karı-koca çok mesuttu, çünkü ikisi de bir tek insanı seviyordu: Richard Wagner'i...

Wagner, hayatının son yıllarında bile herkesi kendine bağlamak arzusundan vazgeçmedi. İnsanlığın onu sevmemesi için bir sebep göremiyordu. Evet Wagner, ne yaparsa herkes onu taklit etmeliydi. Meselâ, et yememeye, sebzeyle yaşamaya karar verince, dünya üzerinden et yeme adetinin kalkmasını istemişti... Tıpkı Emerson'un ideal filozofu gibi Wagner de tezadlarla dolu bir insandı. Daima ipekli bir pantalon ve ipekli bir ceket giyer, başından beresini hiç eksik etmezdi. Münih'teki evinin oturma odası, beyaz tül, kırmızı ipekliler, sarı satenlerle kaplıydı.

Tanıdıklarını bir an olsun düşünmeyi aklına dahi getirmediği halde, başkalarının bazan kendisine karşı düşüncesizce davranmalarına mana veremiyordu. İnsanları kendine esir etmek istemiş, diktatör tavrı takınmış, hattâ bazan da beceriksizliklerine dudak bükerek gülmüş, insanlarla dost geçinmeye asla çalışmamıştır. Wagner, insanlığın kendisi gibi bir dâhinin önünde secde edeceğini sanıyordu, daha doğrusu insanlığı bunu yapmaya mecbur sayıyordu.

Wagner'i şunun bunun yardımiyle yaşatan sanatı, o devrin müzik anlayışının dışında kalıyordu. Besteci, kendi müzik telâkkilerini şöyle anlatmıştı: "Beethoven, enstrüman müziğine son sözü söyledi, ikinci adım şiirle güzelleştirilen müzik olmalı", "Kelimeler bir şiiri ifadeye kâfi gelmez. Kelimeler, kök, müzik ise çiçektir." Wagner, daha ziyade Beethoven'in dokuzuncu senfonisinin tesiri altında kalarak müzikli dramlar hazırlamayı düşünmüş, bunda da muvaffak olmuştur. Beethoven'in dokuzuncu senfonisi dramatik bir senfoni, Wagner'in operaları ise senfonik dramlardır. Wagner'in operalarında karakterler ve vakaların geçtiği yerler müzikle tasvir edilir. Onun eserlerinde asıl iş, orkestraya düşer, insan sesleri orkestraya yardımcı kalmaktadır. Wagner, yepyeni bir hayat felsefesi, müzik anlayışıyla ortaya çıktığı için, dehasını kabul ettirmekte güçlük çekti. Bugün bile Wagner operaları gerek konu, gerekse melodi bakımından birçok kimselere ağır gelmektedir. Bu operaların büyük bir kısmının sahnede temsili çok zordur.

Görülüyor ki, Wagner, karakter bakımından hiç de gıpta edilecek bir insan değildi, ama bu arada onun bir sanat cephesi var ki, bütün kusurlarını bir anda unutturuveriyor. Wagner, küçükken çok tesiri altında kaldığı Yunan mitolojisini operalarının çoğunda temel olarak kullandı.

Eserlerinden çoğunun konusu gerçek hayata uymayan hayali olaylardır ve dinleyiciyi mistik bir hava içinde bilinmeyen ülkelere, acayip insanların arasına götürür.

1872'de Wagner'in o sonsuz hayallerinden biri gerçekleşti. Bayreuth'da "Festival Tiyatro" binasını kurdu, meşhur Bayreuth festivallerinin ilk tohumunu attı. Bina dört yıl sonra tamamlandı ve ilk defa Wagner'in "Die Nibelungen Ring"i temsil edildi. Bu temsil, müzik tarihinin en önemli hadiselerinden biri oldu. Wagner, o mesut geceden sonra beş buçuk yıl daha yaşadı.

Devrin en büyük piyanist ve bestecilerinden biri olan kayınpederi Liszt ile nedense bir türlü anlaşamamıştı. Kısa bir dargınlıktan sonra, kızının kocasına elinden gelen yardımı esirgememeyi kararlaştıran Liszt'in iyi niyetle yaptığı her hareket Wagner'le karısı tarafından daima fena karşılanıyordu. Liszt, Wagner'i dünyaya tanıtmaya ne kadar uğraştıysa, Wagner de Liszt'i hayranlarının gözünden düşürmeye o kadar çalıştı.

13 şubat 1883'de kalb sektesinden öldüğü zaman, yanında karısından başka kimse yoktu, tanıdıkları arasında da ölümüne hemen hemen Liszt'ten başka hiç kimse üzülmedi.

BAŞLICA ESERLERİOperalar: Tannhauser, Lohengrin, Tristan ile Isolde, Die Meistresinger. Nibelungenler Ringi, Parsifal. Orkestra müziği: Siegfried İdyll'i, Uçan Hollandalı. Başkaca: Rienzi, Uçan Hollandalı operaları. Faust uvertürü, 5 Wesendonck şarkısı.

Yorumlar